Deniz
New member
Peynir Küflenmesin Diye Başlayan Bir Dost Sohbeti
Bir akşamüstüydü. Mahallenin en eski apartmanında, üçüncü kattaki küçük mutfakta, Nilgün elinde bir parça beyaz peynirle cam kenarına oturmuş, derin derin düşünüyordu. Peynirin üzerinde beliren yeşilimsi lekeler, sanki bir sır verir gibiydi: “Zaman seni beklemez.” O sırada mutfak kapısından eşi Cem içeri girdi; elinde not defteri, yüzünde o klasik “bir çözüm bulacağım” ifadesi vardı. İşte o an, yıllardır süregelen o eski tartışma yeniden başladı: “Peynir neden küflenir ve bunu nasıl önleriz?”
Bir Sorunun Ardındaki Farklı Bakış Açıları
Cem, mühendis kökenliydi. Onun için her şey ölçülebilir, hesaplanabilir ve kontrol altına alınabilirdi. “Sorun basit,” dedi. “Nem, sıcaklık, oksijen. Üçünü kontrol edersek küfün yaşama şansı kalmaz.” Hemen dolaptan termometre çıkardı, buzdolabının sıcaklığını ölçtü, sonra bir not aldı. Nilgün ise ona gülümseyerek baktı. “Cem,” dedi yumuşak bir sesle, “bazen mesele sadece sıcaklık değil. Peynirin nasıl saklandığı, kimle paylaşıldığı bile önemli. Annem mesela peyniri hep tuzlu suyun içinde saklardı, bir tür gelenekti bu.”
Bu diyalog, aslında tarih boyunca süregelen iki farklı yaklaşımın minik bir yansımasıydı. Erkeklerin stratejik, çözüm odaklı tutumu ile kadınların ilişkisel, deneyim ve duygudan beslenen sezgisel bakışının birleştiği bir noktada, peynir bile bir hikâyeye dönüşüyordu.
Küfün Tarihi: İnsanlığın Unutulmuş Öğretmeni
Küf, insanlık tarihi kadar eski bir dosttu aslında. Eski Mezopotamya tabletlerinde, peynirin küflenmesini önlemek için kullanılan toprak kaplardan bahsedilir. Antik Mısır’da ise, küf peynirin doğanın mesajı olarak görülürdü: “Zaman doldu, tüketme.” Avrupa’da 17. yüzyılda mavi küflü peynirlerin keşfi, belki de bu doğal sürecin kabullenilmesiydi. Ama Anadolu kültüründe mesele farklıydı. Burada peynir, aile sofralarının birliğini simgelerdi. Küf, sadece bozulma değil, ihmali temsil ederdi.
Nilgün de bunu düşünüyordu. “Bizim annem peynirin üzerine defne yaprağı koyardı,” dedi. “Hem koku verir, hem de küfü önlerdi. Belki bilimsel değil ama işe yarardı.” Cem not aldı: “Defne yaprağı, doğal antifungal etkisi varmış. Bunu araştırmak lazım.” İkisi de aynı anda sustu. Farklı dünyalardan gelen iki ses, aynı noktada buluşmuştu: bilgi ile gelenek, akıl ile sezgi.
Modern Zamanlarda Peynirin Dramı
Bugün market raflarında gördüğümüz peynirler, vakumlu ambalajlarda, koruyucu gazlarla saklanıyor. Fakat o eski tadı bulmak zor. Nilgün, modernliğin getirdiği “kolaylık”la gelen “yabancılaşmayı” hissediyordu. Peynir artık evin değil, endüstrinin ürünüydü. Cem ise bunun avantajlarını görüyordu: “Standart üretim, güvenlik, raf ömrü...”
Ancak mesele yalnızca koruyucular ya da ambalajlar değildi. Asıl soru, biz o peyniri neden artık paylaşmıyoruzdu. Eskiden komşuya tabakla gönderilen peynir, şimdi market poşetinde tek porsiyonluk plastik kutularda hapsolmuştu. Nilgün bunu dile getirince Cem bir an durdu: “Belki de küf, sadece peynirde değil, ilişkilerimizde başlıyor,” dedi.
Forumda o satırları okuyan biri belki kendine şu soruyu soracaktı: “Biz, saklama derdine düşerken aslında paylaşmayı mı unuttuk?”
Küfü Önlemenin Bilimsel ve İnsanî Yolu
Cem ve Nilgün sonunda küçük bir deney yaptılar. Peynirin bir kısmını klasik yöntemle tuzlu suda, bir kısmını hava geçirmez cam kapta, diğer kısmını da defne yapraklarıyla birlikte sakladılar. Sonuç şaşırtıcıydı: Üç hafta sonunda defneli peynir en az küflenmişti. Cem sonuçları kaydetti; Nilgün ise defne yaprağını koklayarak, “Doğa yine kazandı,” dedi.
Bu deneyin ardından forumda şu önerileri paylaştılar:
- Peyniri asla plastik poşetlerde saklamayın; hava almayan ortam küfün gizli dostudur.
- Cam kap veya bez kese kullanın.
- Bir parça defne yaprağı, kekik ya da zeytinyağı küfün doğal düşmanıdır.
- Peynirin yüzeyini ara ara kontrol edin; erken fark etmek en iyi önlemdir.
- Ve belki en önemlisi, peynirinizi uzun süre saklamak yerine, taze taze paylaşın. Çünkü dayanıklılığın sırrı yalnızca koruma değil, paylaşımdadır.
Toplumsal Bir Yansıma: Küf, Sabır ve Paylaşmak
Nilgün o gün defne yapraklı peynirden bir tabak hazırlayıp komşusu Emine Hanım’a götürdü. “Eskiden böyle yapardık,” dedi gülerek. Emine Hanım’ın gözleri doldu. “Annem de öyle derdi: Küf, paylaşılmayan şeyin sessiz ağıdıdır.”
O anda Nilgün anladı ki, bu mesele yalnızca mutfakla ilgili değildi. Zamanla küflenen sadece peynir değil, ihmal edilen gelenekler, unutulan sofralar, sessizleşen insan ilişkileriydi. Cem ise bu düşünceleri duyunca “Belki de çözüm bazen sadece formül değil, anlam arayışıdır,” diye ekledi.
Son Söz: Küf, Öğreten Bir Sessizlik
Peynirin küflenmemesi için yapılacak şeyler listelenebilir, ölçülebilir. Ama asıl mesele, neden o kadar uzun süre saklamak zorunda kaldığımızdır. Belki de cevap, hızlı yaşadığımız bu çağda, yavaşlamayı unutmamızdadır.
Küf, bazen bize sadece şunu hatırlatır: “Zaman geçiyor, değer verdiğin şeyleri paylaş.”
Peki sen, dolabında unuttuğun hangi “peyniri” korumaya çalışıyorsun?
Belki de onu paylaşmanın zamanı gelmiştir.
Bir akşamüstüydü. Mahallenin en eski apartmanında, üçüncü kattaki küçük mutfakta, Nilgün elinde bir parça beyaz peynirle cam kenarına oturmuş, derin derin düşünüyordu. Peynirin üzerinde beliren yeşilimsi lekeler, sanki bir sır verir gibiydi: “Zaman seni beklemez.” O sırada mutfak kapısından eşi Cem içeri girdi; elinde not defteri, yüzünde o klasik “bir çözüm bulacağım” ifadesi vardı. İşte o an, yıllardır süregelen o eski tartışma yeniden başladı: “Peynir neden küflenir ve bunu nasıl önleriz?”
Bir Sorunun Ardındaki Farklı Bakış Açıları
Cem, mühendis kökenliydi. Onun için her şey ölçülebilir, hesaplanabilir ve kontrol altına alınabilirdi. “Sorun basit,” dedi. “Nem, sıcaklık, oksijen. Üçünü kontrol edersek küfün yaşama şansı kalmaz.” Hemen dolaptan termometre çıkardı, buzdolabının sıcaklığını ölçtü, sonra bir not aldı. Nilgün ise ona gülümseyerek baktı. “Cem,” dedi yumuşak bir sesle, “bazen mesele sadece sıcaklık değil. Peynirin nasıl saklandığı, kimle paylaşıldığı bile önemli. Annem mesela peyniri hep tuzlu suyun içinde saklardı, bir tür gelenekti bu.”
Bu diyalog, aslında tarih boyunca süregelen iki farklı yaklaşımın minik bir yansımasıydı. Erkeklerin stratejik, çözüm odaklı tutumu ile kadınların ilişkisel, deneyim ve duygudan beslenen sezgisel bakışının birleştiği bir noktada, peynir bile bir hikâyeye dönüşüyordu.
Küfün Tarihi: İnsanlığın Unutulmuş Öğretmeni
Küf, insanlık tarihi kadar eski bir dosttu aslında. Eski Mezopotamya tabletlerinde, peynirin küflenmesini önlemek için kullanılan toprak kaplardan bahsedilir. Antik Mısır’da ise, küf peynirin doğanın mesajı olarak görülürdü: “Zaman doldu, tüketme.” Avrupa’da 17. yüzyılda mavi küflü peynirlerin keşfi, belki de bu doğal sürecin kabullenilmesiydi. Ama Anadolu kültüründe mesele farklıydı. Burada peynir, aile sofralarının birliğini simgelerdi. Küf, sadece bozulma değil, ihmali temsil ederdi.
Nilgün de bunu düşünüyordu. “Bizim annem peynirin üzerine defne yaprağı koyardı,” dedi. “Hem koku verir, hem de küfü önlerdi. Belki bilimsel değil ama işe yarardı.” Cem not aldı: “Defne yaprağı, doğal antifungal etkisi varmış. Bunu araştırmak lazım.” İkisi de aynı anda sustu. Farklı dünyalardan gelen iki ses, aynı noktada buluşmuştu: bilgi ile gelenek, akıl ile sezgi.
Modern Zamanlarda Peynirin Dramı
Bugün market raflarında gördüğümüz peynirler, vakumlu ambalajlarda, koruyucu gazlarla saklanıyor. Fakat o eski tadı bulmak zor. Nilgün, modernliğin getirdiği “kolaylık”la gelen “yabancılaşmayı” hissediyordu. Peynir artık evin değil, endüstrinin ürünüydü. Cem ise bunun avantajlarını görüyordu: “Standart üretim, güvenlik, raf ömrü...”
Ancak mesele yalnızca koruyucular ya da ambalajlar değildi. Asıl soru, biz o peyniri neden artık paylaşmıyoruzdu. Eskiden komşuya tabakla gönderilen peynir, şimdi market poşetinde tek porsiyonluk plastik kutularda hapsolmuştu. Nilgün bunu dile getirince Cem bir an durdu: “Belki de küf, sadece peynirde değil, ilişkilerimizde başlıyor,” dedi.
Forumda o satırları okuyan biri belki kendine şu soruyu soracaktı: “Biz, saklama derdine düşerken aslında paylaşmayı mı unuttuk?”
Küfü Önlemenin Bilimsel ve İnsanî Yolu
Cem ve Nilgün sonunda küçük bir deney yaptılar. Peynirin bir kısmını klasik yöntemle tuzlu suda, bir kısmını hava geçirmez cam kapta, diğer kısmını da defne yapraklarıyla birlikte sakladılar. Sonuç şaşırtıcıydı: Üç hafta sonunda defneli peynir en az küflenmişti. Cem sonuçları kaydetti; Nilgün ise defne yaprağını koklayarak, “Doğa yine kazandı,” dedi.
Bu deneyin ardından forumda şu önerileri paylaştılar:
- Peyniri asla plastik poşetlerde saklamayın; hava almayan ortam küfün gizli dostudur.
- Cam kap veya bez kese kullanın.
- Bir parça defne yaprağı, kekik ya da zeytinyağı küfün doğal düşmanıdır.
- Peynirin yüzeyini ara ara kontrol edin; erken fark etmek en iyi önlemdir.
- Ve belki en önemlisi, peynirinizi uzun süre saklamak yerine, taze taze paylaşın. Çünkü dayanıklılığın sırrı yalnızca koruma değil, paylaşımdadır.
Toplumsal Bir Yansıma: Küf, Sabır ve Paylaşmak
Nilgün o gün defne yapraklı peynirden bir tabak hazırlayıp komşusu Emine Hanım’a götürdü. “Eskiden böyle yapardık,” dedi gülerek. Emine Hanım’ın gözleri doldu. “Annem de öyle derdi: Küf, paylaşılmayan şeyin sessiz ağıdıdır.”
O anda Nilgün anladı ki, bu mesele yalnızca mutfakla ilgili değildi. Zamanla küflenen sadece peynir değil, ihmal edilen gelenekler, unutulan sofralar, sessizleşen insan ilişkileriydi. Cem ise bu düşünceleri duyunca “Belki de çözüm bazen sadece formül değil, anlam arayışıdır,” diye ekledi.
Son Söz: Küf, Öğreten Bir Sessizlik
Peynirin küflenmemesi için yapılacak şeyler listelenebilir, ölçülebilir. Ama asıl mesele, neden o kadar uzun süre saklamak zorunda kaldığımızdır. Belki de cevap, hızlı yaşadığımız bu çağda, yavaşlamayı unutmamızdadır.
Küf, bazen bize sadece şunu hatırlatır: “Zaman geçiyor, değer verdiğin şeyleri paylaş.”
Peki sen, dolabında unuttuğun hangi “peyniri” korumaya çalışıyorsun?
Belki de onu paylaşmanın zamanı gelmiştir.